Kültür, müzik, opera, savaş ve Atatürk

Kültür, müzik, opera, savaş ve Atatürk

20.04.2025 12:00:00
Güncellenme: 20.04.2025 12:00:00
Alev Coşkun
Takip Et:
Kültür, müzik, opera, savaş ve Atatürk

“Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur.” Atatürk, 22 Ocak 1923’te Bursa’da yaptığı konuşmada kültür ve sanatın bir milletin varoluşu için öneminden söz ediyordu. Bu konuşmayı yaptığı sırada henüz ne Lozan Barış antlaşması imzalanmış ne saltanat kaldırılmış ne de cumhuriyet ilan edilmişti.

“Vatan sınırlarının önemli merkezlerinde çağdaş kütüphaneler, botanik, bitki ve hayvanat bahçeleri, konservatuvarlar, öğretmen okulları, müzeler ve sergi evleri kurmak gerektiği gibi ilçe merkezlerine kadar bütün memleketin basımevleriyle donatılması da gerekmektedir.” (1 Mart 1923)

Güzel sanatlar ve kültürle ilgili olarak söylenmiş ve yukarıya alınmış sözler Mustafa Kemal tarafından Meclis’in açılış toplantısında söylenmiş ve Meclis tutanaklarına geçmiştir.

Tarihe dikkat etmeliyiz. 9 Eylül 1922 Kuvayı Milliye güçlerinin İzmir’e girdiği ve işgalci emperyalist güçlere karşı zafere ulaşıldığı gündür. Atatürk zaferden sadece altı ay kadar sonra Meclis’in açılış toplantısında kültürle ilgili olarak yukarıya alınan cümleyi söylüyor.

Dikkat edilmesi gereken şudur: Ülke 12 yıldır süren savaşlar nedeniyle haraptır. İstanbul hâlâ işgal altındadır. Henüz Lozan Barışı sonuçlanmamıştır. Cumhuriyet ilan edilmemiştir. Halifelik, mahalle mektepleri kaldırılmamıştır.

Yine aynı zaman diliminde, 22 Ocak 1923’te Bursa’da yaptığı konuşmada Atatürk, “Bir millet ki resim yapmaz, bir millet ki heykel yapmaz, bir millet ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz, itiraf etmeli ki o milletin ilerleme yolunda yeri yoktur” diyordu.

Bir asker, bir komutan, bir devlet kurucusu, bir devlet adamı olan Atatürk’ün önemli bir yönü büyük bir askeri deha olması yanında kültüre önem veren bir lider olmasıydı.

Kültür, bir toplumu diğer toplumlardan farklı kılan, geçmişten başlayarak değişerek devam eden, kendine özgü sanatı, inançları, örf ve adetleri, anlayış ve davranışları ile toplumun niteliklerini ve kimliğini oluşturan yaşayış ve düşünüş tarzıdır.

İşte Atatürk bu nedenle “Türkiye Cumhuriyeti’nin temeli kültürdür. Sanatsız kalan bir milletin hayat damarlarından biri kopmuş demektir” diyordu.

31 Ocak 1923’te İzmir konuşmasında kadınları öne çıkararak şunları söylüyordu:

“Bugünün gereklerinden biri de kadınlarımızın her hususta yükselmelerini sağlamaktır. Kadınlarımız da ilim ve fen insanı olacaklar, erkeklerin geçtikleri bütün eğitim derecelerinden geçeceklerdir. Bundan sonra kadınlar, toplum hayatında erkeklerle birlikte yürüyerek birbirinin yardımcısı olacaklardır.”

Daha Cumhuriyet ilan edilmemişken 14 Ağustos 1923’te Ankara’da Türk Ocağı’nda yaptığı konuşmada;

“Şimdiye kadar askerlik ve siyaset alanında kazanılan zaferin, kültür ve bilim alanında da sağlanacağını ümit ederim” diyordu.

29 Ekim 1923 Cumhuriyet ilan edildi. Burada Cumhuriyet karşıtlarının söylemlerine karşı şu noktaya işaret etmeliyiz: Cumhuriyet bir akşam iki ayyaşın karar vermesi ile ilan edilmiş değildir. Amasya Bildirisi, Erzurum ve Sivas Kongreleri, Misakı Milli, TBMM’nin kurulması, Kuvayı Milliye’nin örgütlenmesi, emperyalist ve işgal ordularına karşı amansız savaş, saltanatın kaldırılışı ve Cumhuriyet ilanının aşamalarını içerir.

DEVRİMLE GELEN KÜLTÜR

Cumhuriyetin ilan edilmesinden dört ay sonra, 3 Mart 1924’te halifelik, mahalle mektepleri, medreseler kaldırıldı. Din devleti yıkıldı. Çok ilginçtir 3 Mart 1924 Devrim Yasaları’nın hemen ardından 55 gün sonra 27 Nisan 1924’te “Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası” kuruldu.

1 Eylül 1924’te Ankara’da “Musiki Muallim Mektebi” kuruldu. Kuşkusuz bunlar tesadüf değildir.

Hemen ardından Batı müziği öğrenimi görmeleri için Avrupa’ya müzisyenler gönderildi. İşte birkaç önemli örnek: Batı müziği eğitimi için 1924’te Ekrem Zeki Ün ve Ulvi Cemal Erkin Paris’e, 1926 yılında Necil Kazım Akses Viyana’ya, 1927 yılında Hasan Ferit Alnar Viyana’ya, Cevad Memduh Altar Leipzig’e, Ahmet Adnan Saygun Paris’e, Halil Bedi Yönetken Prag’a gönderildi. Ayrıca Nurullah Şevket ve Bayan Afife şan dersi almak için Avrupa’ya gönderildiler.

Macar besteci Bela Bartok, Türkiye’ye halk müziği çalışmaları için çağrıldı. Berlin Tiyatro Okulu’nu kuran Carl Ebert, Ankara’ya çağrıldı. Devlet tiyatrosu ve operası için çalışmalar başlatıldı.

Halifelik kaldırılıp din devleti yıkılınca Atatürk Samsun’da 22 Eylül 1924’te öğretmenlere şunları söyledi:

“Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en hakiki yol gösterici ilimdir, fendir.”

30 Ağustos 1925’te Kastamonu konuşmasında: “Ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat medeniyet tarikatıdır” diyordu ve hemen 25 gün sonra 25 Eylül 1925’te Ankara’da Etnografya Müzesi’nin temeli atıldı.

9 Ağustos 1928’de yeni Türk harfleri hakkında Sarayburnu’ndaki konuşmasında Atatürk şunları söyledi:

“Bir milletin, bir toplumun yüzde 10’u okuma yazma bilir, yüzde 80’i, 90’ı bilmezse bu ayıptır. Bundan insan olanların utanması gerekir.”

Cehaleti yıkmak için:

- 1 Ocak 1929’da millet mektepleri açıldı.

- 9 Ocak 1929’da İstanbul’da matbaacılık okulu açıldı.

- 8 Temmuz 1929’da Ankara Hukuk Mektebi açıldı.

1929 yılında ünlü yazar Emil Ludwig Atatürk’le söyleşi yaptı. Bu söyleşide Batı müziği ile ilgili olarak şunlar konuşuldu:

Atatürk Emil Ludwig’e diyordu ki:

“Montesquieu'nün ‘Bir milletin müzikteki yönlenmesine önem verilmezse, o milleti ilerletmek mümkün olamaz’ sözünü okudum. Bu çok doğru. Bunun için müzik alanına pek çok önem verildiğini görüyorsunuz.”

Emil Ludwig şöyle diyor:

“Biz Batılıların kulağına Doğu müziğinin yabancı geldiğinden Doğu’nun anlayamadığımız tek sanatı olduğundan söz ettim. Kulaklarımıza gelen garabeti ifade ettim ve dedim ki Doğu’nun yegâne anlayamadığımız bir fenni varsa, o da onun musikiciliğidir”. Mustafa Kemal bu noktaya itiraz ederek şöyle dedi:

“Bunlar hep Bizanstan kalma şeylerdir. Bizim gerçek musikimiz ancak sadece bozkırlarda çobanlardan duyulabilir.“

“Bunlar geliştirilemezler mi?”

Mustafa Kemal sordu: “Batı ülkelerinin müziği bugünkü seviyesine gelinceye kadar, ne kadar zamanlar geçti?”

“400 sene kadar geçti.”

“Bizim bu kadar uzun zaman beklemeye zamanımız yoktur. Bunun için Batı müziğini almakta olduğumuzu görüyorsunuz”*

ATATÜRK’ÜN KÜLTÜREL KÖKLERİ

Görüldüğü gibi Atatürk, güzel sanatlara, müziğe ve kültüre önem veriyor. Atatürk'ün bu kültürel kökleri nereden geliyor? Bunu bir anı ile bağlayabiliriz. Mustafa Kemal, Sofya’da ataşe olarak görev aldı (27 Ekim 1913-25 Şubat 1915. Bir buçuk yıl kadar).

Yıl 1914, Mustafa Kemal Bulgaristan Parlamentosu’nda milletvekili olan Türk asıllı Şakir Zümre’nin davetlisi olarak Carmen Operası’nı izlemek üzere “Narodan Teatur Ivan Vzov” (Ivan Vazov Ulusal Tiyatrosu) binasına gidiyor.

Burası klasik-neo Bizans karma mimarisi ile inşa edilmiş görkemli bir binaydı. Atatürk, Apollo ve ilham perilerini (Moûsai) altın varaklı mermer rölyeflerle tasvir eden üçgen alınlığı olan ve üzerlerinde kanatlı zafer tanrıçası Nike heykelleri yükselen kuleleri kadar “Salza i Smyah” sanatçılarının performansından da fazlasıyla etkilenmişti.

O gece Bulgar Milli Meclisi’nde milletvekili olan Türk dostuna Mustafa Kemal, "Şimdi Balkan Savaşı’nda mağlup olmamızın sebebini daha iyi anlıyorum" demiştir.** Bu sözler Atatürk’ün kültür sanat ve estetik biçimleri ile “toplumsal gelişme ve toplumsal olaylar arasında” kurduğu bağlantının açık ve doğru bir özetini vermektedir.

Kültürel gelişme ile milletlerin gelişmelerinin paralelliğini ortaya koymaktadır.

Atatürk kültür için şöyle diyor: “Kültür dediğimiz zaman bir cemiyetin insan hayatında, düşünce hayatında, ekonomi hayatında yapabilecekleri şeylerin toplamını kastediyoruz ki medeniyet de bundan başka bir şey değildir.” (1929)

*Ayın Tarihi: 1930, No. 73, s. 6049-6055 ABE. C.23, S.272.

** Altan Deliorman, Mustafa Kemal Balkanlarda, Bayrak Basım Yayın.

OSZAR »