Felsefeci Judith Butler, Amerikan Başkanı Trump ve ona oy verenlerle ilgili yaptığı son değerlendirmesinde şöyle diyor:
“Trump pek çok yalan söylüyor. Kendimize şunu sormalıyız. İnsanlar neden yalanlara inanmaya hazır? Aslında Trump’ın yalan söylediğini biliyorlar, abarttığını biliyorlar, iddialarının çoğunun bir temeli olmadığını da biliyorlar.”
Butler, Trump destekçilerinin kandırılmadığının altını çiziyor ve onları heyecanlandıran şeyin Trump’ın elinde hiç bir delil olmamasına karşın canı ne isterse söyleyebilmesi ve bunları gerçekmiş gibi gösterebilmesidir diyor. Butler yaptığı analizde insanların nefret etmekte, akıldışı davranmakta özgür olmak istediklerini, Trump’ınsa bu son derece tehlikeli özgürlük (keyfiyet) anlayışının temsilcisi olduğunu belirtiyor.
Dünyanın pek çok yerinde ve ülkemizde benzer şeylerin yaşandığını biliyoruz. Kötülük her gün maruz kaldığımız, tanık olduğumuz bir olgu. Butler’ın yaptığı tespitleri destekler nitelikte bir başka dikkat çekici yorumu müzisyen Kalben yapıyor:
“Kötüler, cahiller ve ahmaklar o kadar özgür ki kötülüklerinde, cehaletlerinde ve aptallıklarında… Aptal, aptal olduğunu bilmez diye bir laf var. Bir de Yoda’nın sözü var: Gerçek aptal kimdir? Aptalın kendisi mi yoksa onu takip eden mi?”
Kalben, bir süredir bu sorunları düşündüğünü söylüyor ve ekliyor;
“Karşımdaki insanla aynı dili konuşmuyorum, karşımdaki insan benim bildiklerimi bilmiyor, karşımdaki insan asla benim hissedebildiğim derinlikte hissedemeyecek. Şimdi ben bu insanla nasıl uzlaşacağım? Şimdi biz beraber bu dünyayı nasıl değiştireceğiz? Yoksa o dünyayı bir taraftan yok ederken benim de her seferinde onun kırdığı döktüğü yok ettiği yaktığı ve öldürdüğü şeyleri yeniden yeşertmekle mi geçecek ömürüm? Bunu anlamaya bulmaya çalışıyorum.”
Kalben, pek çok insanın zihninde gezdirdiği şeyleri söylüyor. Sahi, bir ömür boyu kötülükle nasıl baş edeceğiz?
KÖTÜLÜK İLİŞKİSİ
Filozof Kant’ın kötülüğe ilişkin yaptığı değerlendirmelerde dikkat çekici bir ayrıntı vardır. Kötülük kişinin ötekiyle olan ilişkisinde ortaya çıkar. Bu öteki, toprak, bitki, hayvan veya insan olabilir. Tek başımıza evde oturmuş çayımızı yudumluyorken kötülüğün baş göstermesi pek olanaklı değildir. Kötülük özellikle toplumsal düzeyde kendini gösteren şeydir.
Kant, “Kötülüğün ortadan kaldırılması mümkündür ancak bu bitimsiz bir çaba gerektirir” diye ekler. Bu şu anlama geliyor, biz çaba göstereceğiz, bizden sonra gelenler de çaba gösterecekler ve onlardan sonra dünyaya gelecek olanlar da…
Peki bu nasıl bir çabadır? Kant’ın rasyonel akla yaptığı vurguyu dikkate alarak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: Mevcut hukukun korunmasına ve geliştirilmesine katkı sunarak. Kötüler, cahiller, kötülüklerinde, cehaletlerinde özgür olmak isteyebilirler ve istemeye hep devam edeceklerdir. Önemli olan kırıp dökmelerine, yok etmelerine engel olacak bir hukukun ve o hukukun üstünlüğünün korunabilmesidir.
Ömrümüz böyle mi geçecek? Hep çaba mı göstereceğiz? Kalben, sahici bir soru sormaktadır. Bu soruyu tanıdığım pek çok insan gibi ben de kendime soruyorum. Bulduğum ve bana anlamlı gelen yanıtsa şu: Ömrümüz yalnızca bize ait değildir. Bakışları geleceğe uzatıp henüz doğmamış çocukların bizden daha az kötülüğe maruz kaldıklarını seyredip “O zaman devam” diyorum.
Hegel’in “birey” olmaya ilişkin yaptığı tarif aklıma geliyor: Tikelle evrenselin birliği. Tüm insanlık adına yaşanan bir ömür insanı “insan” yapan şeydir.